İlim ve Hizmet Aşığı Samsunlu Şükrü Amca
3-4 nesil Samsun'da yaşamış ve yerlisidir. Orada yaşamak için 33 yıllık devlet memuriyeti boyunca sürekli olarak; neredeyse her sene, dilekçeler vererek Samsun'a Toprak İskan Komisyon Üyesi olarak nihayet 1972'de tayin olur. 1975 yılında Muş’a Başkan olarak daha üst bir görev teklif edilerek başka bir yere tayin edilmek istense de Samsun'dan gitmemek için emekli olur. 82 yıllık hayatının 30 yıllık emeklilik döneminde kendini; ilime, ibadete ve hizmet etmeye adamıştır.
Hacı Şükrü Amca; Rumi 1340 (m. 2.7.1924) doğumludur. Ehli Sünnet itikadını babası Ali Rıza ve annesi Emine Hanımdan, Silsileyi Aliyye büyüklerini de; Harputlu Osman Bedrettin Hazretlerinin talebesi olan kayınpederi; Çemişgezekli Hacı Fahri Efendiden öğrenir. 1940'lı yılların ikinci yarısında polislik göreviyle gittiği Elazığ'da evlenmiştir. Kayınpederi Fahri Efendi; Mevlana Halid-i Bağdadi Hazretlerini; Palu'lu Şeyh Ali Septi Hazretlerini ve Mahmut Samini Hazretlerini çok iyi bilir. Bunlarla birlikte İmam Efendi olarak da bilinen Osman-ı Bedrettin Hazretlerini on dört yaşında tanımış, talebesi olmuş ve güzel sesli olup sohbet meclisinde ilahiler söylediği için de Çemişgezek bülbülleri olarak da, iltifatına kavuşmuştur.
Şükrü Amca Samsun'da, önce Hançerli, sonra Subaşı dört yol mevkii, Salihbey caddesinde, babadan kalma evini müteahhide vererek 3 katlı apartmanında oturmuş, mülkü atadan-dededen kaldığı için; ona Ecdat Apartmanı ismini vermiştir. Özellikle dini yayınları, takip etmeyi ve okumayı çok sever ve Bedir - Berekat yayınlarının abonesidir. Hatta 1960'lı yılların sonuna doğru; İstanbul'dan postayla ciltli bir kitap gelir. İçinde istenmeden gönderildiği için özür dilenen, ancak beğendiği takdirde ücretinin gönderebileceği adres bulunan bir nottur bu. İlim aşk ve şevkiyle onu da okuyup bitirir. Ancak kafasında oluşan tereddütlerin cevabını bulması 1977'li yıllara kadar devam eder. Ne zaman ki büyük oğlu Ahmet; elinde aynı kitaptan getirdiğinde; o da kütüphanesinden orijinal 5. baskısını getirir ve takıldığı hususları bir bir sorarak açıklığa kavuşturur.
Numan Aydoğan, Mahmut Sağırlı ve Mustafa Ulusoy gibi kıymetli isimlerle bu dönemde tanışır. Kimisini çaya, kimisini yemeğe çağırır, kimisini de evinde misafir eder. Ecdat Apartmanında tadına doyulmaz sohbetler olur. Ahmet Kadem Beyle de böyle bir sohbet sırasında görüşür. Samsun'a kitap satış hizmetlerine gelenleri misafir etmek için adeta yalvarır. Aksi halde yemek yedirmeyi çok seven eşi Nuriye Hanımdan neredeyse fırça yer, serzenişlerini çekmek zorunda kalır.
Tam İlmihal Seadeti Ebediyye Kitabının aşığı olur ve benzeri kitapları dağıtıp yayabilmek için o da kitap satışlarına çıkar. Hızını alamaz bir kitap-kırtasiye dükkânı açar; ismini "Necat Kitap Kırtasiye" koyar; insanlar gelip kurtulsunlar diye... Kitap, konusunda neşriyat çoktur ama süreli yayın ve günlük gazete yok gibidir. Mehmet Ali Demirbaş'ın da içinde bulunduğu bir ekip; Çorum gibi bir taşra şehrinde "Milli Fikir" isminde mezhepsizliğe savaş açmış, ehlisünneti savunan bir dergi çıkarmaya çalışmaktadırlar. Şükrü Amca; eski - yeni elde bulunan tüm sayılarından ister, satar, dağıtır, hediye eder, yayılmasına gayret eder. Ancak esas gayreti günlük gazete çıkarılması konusunda olmuştur. Türkiye Gazetesi İstanbul'da güç şartlar altında çıkmakta ve taşraya postayla 2 - 3 gün sonra, bazen birkaç tane birlikte gelmektedir. Tüm hedef; kendi makinelerini üretip günlük dağıtıma geçebilmektir. Şükrü Amca bu konuda da; büyüklerinden kalan subaşı meydanındaki bir dükkanı satarak hatırı sayılır bir destekte bulunmaya çalışır. Belki de bu ihlas ile ve bölge temsilcisi Ahmet Kadem Beyin gayretiyle; 1980'li yıllarda yapılan bu baskı makineleri 1993 yılında Samsun'da da dönecek, çocuklarına da bu hizmette görev almak nasip olacaktır.
Hüseyin Hilmi Efendilerle tanışıp, görüşmesi;
Tam ilmihal Seadeti Ebediyye Kitabından kafasındaki tüm soruları cevaplar, ancak; içine sinmeyen bir husus kalır. Kendisini Osman Bedrettin Hazretlerini sevenlerdendir (muhibbidir). Bir başka büyüğe bağlanması sebebiyle acaba Hocası ahirette kendisine gücenir, gönül koyar mıydı? Sen başka bir büyüğe niçin bağlandın der miydi? Onunu cevabını da bizzat okuduğu kitabın yazarından alır. 1981 yılında İstanbul'a gittiğinde bir gün Enver Ören Ağabey, "yarın sâat 11de eve bekliyorlar” diye haber gönderir. Çocukları Ahmet ve rahmetli Necâti ile birlikte gider. Fâtih'deki evin üst katında, bahçeye bakan küçük oturma odasında Hilmi Efendiler bir müddet din düşmanından bahsettikten sonra, bir müddet durup; kendisine “sizin tevellüdünüz (doğum tarihiniz) kaç?” diye sorarlar. “1340” deyince, “Yaa efendim, Erzurumlu Osmân Bedreddîn efendinin vefât târihi de 1340” diye buyurdular. “Evliyânın büyüklerindendir, kabri Harput'dadır” buyurur ve Harput hakkında malûmat verirler. “Beyâz fes üzerine beyâz sarık sarardı, kendisi Seyyiddir, oralarda iki yüz binden fazla insanın feyze kavuşmasına sebep oldu” buyururlar. “Hocası Seyyid Mahmûd-ı Sâminî hazretleri kabri Palu'da Murâd suyunun kenarındadır, Onun hocası, Alî Septi hazretleridir. Onun da kabri Mahmûd Sâminî hazretlerinin bulunduğu yerde, tepenin üzerindedir” buyururlar. “O da Mevlânâ Hâlid efendimizin talebelerindendir. Yolumuz aynıdır” buyurdular.
Devamla; “Osmân Bedreddîn efendinin bir oğlu vardı efendim, Nûreddîn isminde. Ankara'da devlet demiryollarında çalışıyordu. Ben ona, mübarek peder-i âlilerini çok sevdiğimize dair bir mektup gönderdim. Birkaç ay sonra buraya geldi, bana sarıldı. Uzunca müddet sohbet ettik.” buyurdular. Sohbetten sonra müsaade isterler, merdivenlerden inerken Oğlu Ahmet Bey içimden, “Bana tespih, takke cinsinden bir hediye verseler de teberrük olarak saklasam” diye geçirir. Kendileri hemen başlarındaki takkeyi çıkararak, "“Kardeşim bu takke size hediyemiz olsun” diyerek verdiler" demiştir. Kendisi yolda, “Bu zatın büyük evliya olduğuna yemin ederim. Benim Harput'la alâkamı, Osmân Bedreddîn efendiye olan bağlılığımızı nereden bildi?” Diyerek tüm tereddütleri sona erer.
Okuma aşkı ve onlarca cilt din kitaplarını ve ansiklopedileri okuyup bitirmesi;
1924 yılı doğumlu olması hasebiyle ilkokula gitmesi 1928 harf inkılabından sonraya rastlar. Hâlbuki bir kaç sene önce doğanlar, okula başlayınca Osmanlıca okurlar. Kendisi Osmanlıca öğrenemediğine; bu sebeple Kuran-ı Kerimi de hızlı okuyamadığına hep hayıflanırdı. Tek parti döneminin dini eğitim eksikliği içinde hep bir sızı olmuştur. Sanki bu eksikliğini gidermek için ciltlerce kitap okumuştur. Mektubatı Rabbanî başta olmak üzere; İhya-yı Ulumiddin, Kimyayı Saadet, Riyadün Nasihin, Berekat, Şiratül İslam, Gunyetüt Talibin, ve daha niceleri... Ancak hepsinin özü, Hakikat Kitapevinin tüm yayınlarını altlarını çizerek, notlar alarak; İslam Alimleri, Evliyalar, Peygamberler Tarihi, vb. Ansiklopedilerini cilt, cilt okumuştur.
Sadece soyadının Yazıcı olması hasebiyle değil; harita teknisyeni olmasından dolayı çok güzel okunaklı, bir yazı stiline sahiptir. Okuduklarından çıkardığı notları, bir kaç kalın dosya olmuştur. Ayrıca okurken rastlamış olduğu duaları özel bir deftere teker yazmış, kıymetli zamanlarda ve Ramazan-ı Şerif de; özellikle de iftardan önceleri sürekli okumayı adet haline getirmiştir. Bir dönem Samsun İlahiyat Fakültesi Hocalarından Prof. Dr. Ramazan Ayvallı Beyle tanıştığında, Latin harfleriyle Arabi duaların, doğru olarak yazılamayacağını öğrendikten sonra; yazdığı defterini alarak günlerce, uzun yollar yürüyerek gidip, duaları tek tek orijinaline göre düzeltmiş ve yeniden yazarak, kıymetli bir hatırat bırakmıştır.
Cemaat ve Cami Düşkünlüğü
Cami ve cemaate gitmek arzusu neredeyse aşk derecesindeydi. Samsun'da Kale Mahallesinde Kuyumcular Mescidi, evine en yakın mahalle camisiydi. İstisnalar hariç beş vakti camide kılmaya özel çaba sarf ederdi. Bir tek şartı; namazını gönül rahatlığıyla teslim edeceği, itikadı ve kıraati düzgün bir hoca efendi olmak kaydıyla... Bunu bulamazsa çok sevdiği mahalle mescidini bırakır, daha uzakta Selçuklulardan kalma olan büyük camiye giderdi. Cuma, bayram namazları için mutlaka Saathane meydanındaki bu büyük camiye gider, "bu namazların hakkı büyük camiidir" derdi. Bazı seneler, ramazanlarda hatimle teravih kıldıran Pazar Camisine devam ederdi.
Dinimiz yoldaki bir taşı bile kenara koyup bir insanın ayağının takılmasın, düşüp sakatlanmasın diye insanlara görev verip, bunu sadaka kabul eder. Yağışlı bir Samsun akşamında, mahallenin gençlerinden birisi, yatsı vakti namazdan gelirken, Şükrü Amcayı, tuhafiyeci esnafın attığı kumaşların sarıldığı karton ve çıtalardan oluşmuş atıklarını, teker teker toplayıp; kartonları ayrı tahtaları ayrı denkleştirip hızla sardığını, güzelce paketleyip kenara koyarken görür. Daha sonra samimi bir sohbette niçin böyle davrandığını sorduğunda, ihtiyacı olan insanların bu atıkları almaya edep edip, almaya utanacaklarını, ama taşınabilir halde yol kenarına dizildiğinde paket gibi alıp evine götürüp çoluk çocuğunu ısıtabileceğini anlatınca, gözleri dolarak teşekkürlerini bildirmiştir.
Hayatında en çok sevdiği, zevk alarak kıldığı namazları, İstanbul İhlas Marmara Evleri Camii imamı Abdülkadir Hoca Efendinin arkasındakiler olmuştur. Hatta bazen küçük oğlu Salih'e "yavrum, bu caminin sadece imamı değil, cemaati de çok bilinçli ve ihlaslı" derdi. İlim meclislerini, hatim dualarını takip eder; "bunlar ganimet dağıtılan yerler gibidir, elden geldiği kadar kaçırmamak, bulunmak lazımdır" derdi.
Samsun'dan Hicret
1990'lı yılların sonuna doğru, aile fertlerinin ağırlıklı olarak İstanbul'a taşınma isteğine karşı duramaz. Dedeleri Mazhar Efendiyle, Hacı Hamit Ağa Seyyid Kutbiddin Hazretleri'nin türbesinin yanında, babası Ali Rıza efendi ile amcası Abdullah efendi ise Asri Mezarlıkta yatıyorlardı. Kendisi ve eşi için de buradan kabir yeri almıştı. Ancak kader, Eyüp kabristanı olunca insan, aldığı mezarda bile yatamazdı. İstanbul'da Şükrü Amca için yabancı sayılmazdı; annesi ve kardeşleri orada yaşarlardı. Ancak kardeşlerinin çocukları olmadığı için garip sayılırlardı, onların mekânları da Güngören kabristanıydı.
Evlat Acısı ve…
Malum 2000'li yıllar kötü başlar. Ağır ekonomik kriz, ülkeyle birlikte şirketleri de etkiler. 18 Şubat 2000’de ortanca oğlunu beklenmedik bir şekilde 48 yaşında kaybeder. Ardından 26 Ekimde çok sevdiği Hocası Hilmi Beyi de yitirir. Çok üzülmüş ve müteessir olmuştur artık. Oğlu için çeşitli hayır hasenatlar yapar, ancak içindeki acıyı bir türlü azaltamaz. Bir gün ev halkını çağırarak, Oğlu Necati için bırakmayı planladığı bir evi, onun hayrı olarak İhlas Vakfına bağışlamayı düşündüğünü onların da fikrini almayı istediğini söyler ve bu bağış onu bir miktar rahatlatır. Ancak kolay değildir evlat acısı...
İslamiyete Hizmet Ettiği ve Çocuklarını İstihdam Ettiği İçin, Aşırı Enver Abi Sevgisi,
Herkeste olduğu gibi aşırı bir Enver Abi sevgisi vardır. Ehl-i sünnete hizmet etmesi, yaptığı hizmetlerin yanı sıra O, üç çocuğunun da işvereni olmuştur. Bu durum onu fevkalade sevindirir ve minnettar kılardı. Biri oğlu vefatına kadar, diğerleri uzun süre çalışmışlardır. Hatta yaşasaydı torunu Fatih'in de çalıştığını görecekti. Uygun oldukça ve fırsat buldukça Enver Abinin ziyaretine gider, görüşmek için fırsat arardı ve her vakit dua ederdi, Hatta bir gün Enver Abinin kendi oturduğu apartmanda bir başka yere misafir geldiğini duyunca, görüşebilmek için kapıya kadar inip özlem gidermiştir.
Şükrü Amca, elinden geldiği, gücü yettiğince; kitap, gazete ve vakıf hizmetlerine katılır, destek olmaya gayret ederdi. 2002'de evlat acısına daha fazla dayanamayan eşi, 5.9.2006'da de kendisi, çok sevdiği büyüklerine kavuşur. Allahü Teâla kendisine rahmet, makamını cennet eylesin, çok sevdiği büyüklerini ona ve bizlere şefaatçi eyler inşallah.
Bu yazının redakte edilmiş hali; 30.6-4.7.2021 tarihleri arasında 4 bölüm halinde Türkiye Gazetesi Hayatım Roman, Ünal Bolat köşesinde yayınlanmıştır.
Mustafa Salih Yazıcı ile iletişim kurmak için e-mail adresi:
msyazici@hotmail.com